Pınara, Fethiye’nin Eşen bucağına bağlı Minare köyünün 3 km. batısında son derece dik biri büyük diğeri küçük iki tepenin yamaçları üzerinde kurulmuştur. Halk buraya “Delik Asar” adını takmıştır. Minare köyü harabelere aşağı yukarı yarım saat uzaklıktadır.
Lykçe’de Pinale “yuvarlak” anlamına gelir. Bu ismi, üzerinde oturduğu yuvarlak kayadan almış olmalıdır. Hititçe’de de Pina isimli bir sözcük vardır.Büyük bir olasılıkla Pınara da bu sözcüklerden türetilmiştir.
Mitolojik olarak kentin kuruluş öyküsüne göre Ksanthos nehri yakınında yaşayan Tremiles’in Tloos, Ksanthos,Kragos ve Pandaros isimli dört oğlu Lykialıların kökenini meydana getirmişlerdir. Okçu Pandaros ise Troia savaşında, Sarpedon’un yanında kahramanca çarpışmış bir kahramandır. M.Ö.IV.yüzyılda Ksanthos’lu tarihçi Menekrates kuruluş öyküsünde, Ksanthos’un nüfusunun çok artmasından dolayı yaşlılarının üç gruba bölündüğünü,bunlardan birinin Kragos Dağı’na giderek zirveye yakın yere yerleşip, kenti kurduklarını anlatır.
Strabon .Buranın önemli bir Lykia kenti olduğundan bahsederken şu sözleri de yazar:
“ ...Kragos’un eteğinde, iç kısımda, Lykia’nın en büyük kentlerinden olan Pinara uzanır. Pandaros burada saygıyla anılır ve o,olasılıkla şairin söylediği gibi Troialı kahramanla özdeşleştirilmiştir, “Pandaros’un kızı,yeşil ormanın bülbülü”, çünkü Pandaros’un Lykialı olduğu söylenirdi.”
M.Ö. IV.yüzyılda Karia Satrabı Piksodaros’un denetiminde bulunan kent M.Ö.334’de sadece Lykia’da 30 kadar yerleşim yerini ele geçiren Büyük İskender’e hiç direnmeden teslim olmuştur. Onun ölümünden sonra Pergamon Krallığına bağlanmıştır. M.Ö. 168-67 de Lykia Birliğinin en kuvvetli altı üyesinden biri olan Pinara birlikte üç oy ile temsil ediliyordu. Daha sonra Eyalet Birliğine (Koinon)’a bağlanmıştır.
Pinara, Roma döneminde en parlak günlerini yaşamıştır, bu dönemde üzerlerinde “Pınareon” yazılı sikke bastırmıştır. Byzantion’lu tarihçi Stephanos ise Pınara’nın Lykia’nın en önemli kentlerinden olduğunu belirtmiştir. M.Ö.141 ve 5 Agustos 240 depremlerinde kent çok kötü etkilenmiş ve eski önemini kaybetmeğe başlamıştır. Bizans devrinde Myra metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur. IX.yy. da ise kent terk edilmiştir. 1957’deki depremden burası çok etkilenmiş ve ayakta kalan yapılar büyük zarar görmüştür.
Pınara antik kentinin kalıntıları günümüze geçirdiği depremlere rağmen nispeten iyi bir durumda gelebilmiştir. Halkın delikli Asar dediği düzlüğün kuzey yönündeki sur kalıntıları iyi durumdadır.Ancak tepenin çok sarp olan kısımlarına sur duvarları yapılmasına gerek duyulmamıştır. Sarp bir kayalığın üzerinde olan akropolün çevresi de surlarla çevrilidir. Buraya güneyden oyulmuş merdivenlerle çıkılmaktadır. Daha sonraki bir devirde ,doğuda vadiden yükselen alçak bir tepe üzerine ikinci bir akropol daha yapılmıştır. Surlarla çevrili olan bu akropol Bizans devrinde de kullanılmıştır Akropolün eteklerinde ise ne olduğu pek anlaşılamayan mimari parçalar dağınık bir halde durmaktadır.Buradaki kayaların da yardımıyla yer-yer teras duvarları yapılarak surlarla korunmuş platformlar oluşturulmuştur.
Kentin sivil yerleşimini, güney-doğudaki vadide “Kraliyet Mezarlığı" denilen bölümdeki bir kaya mezarının giriş holünün her iki duvarına çizilmiş şehir plânından anlamaktayız. Burada evler.sokaklar ve binalar adeta bir minyatür gibi işlenmiştir. Kayaların üzerleri, kerpiç evlerin evlerin yapılabilmesi için düzeltilmiştir. Evler Roma’da görüldüğü gibi dışa kapalı avlulu tiptedir. Dikdörtgen bir oda önündeki bir terasa açılır oradan da doğrudan bir küçük avluya çıkılır. Evlerin arasında da sarnıçlar yapılmıştır.Tepenin kuzey-doğusunda Roma dönemine ait bir tarafında 6 yanlarda ise 8’er sütunu olan bir tapınak vardır. Buradaki kalp şeklindeki sütunlar ve bunların aralarında görülen erkeklik uzvu, Aphrodite adına yapıldığını düşündürmektedir.
Kentin tiyatrosu, küçük tepenin kuzey-batısına yerleştirilmiştir. M.Ö. II.yüzyılda yapıldığı sanılan , Hellenistik dönem tiyatrolarının bir benzeri olan 3.000 kişilik bu yapıda 27 oturma sırası ve bunları 9 bölüme ayıran 10 merdiven yolu vardır. Sahne binasının duvarlarının bir bölümü ayaktadır. Güney kanadındaki biri paradosda diğeri ise binanın yan tarafında yer alan iki kapı ana mekana açılmaktadır. Proskene duvarı her iki uçta geniş bir açı yaparak arkaya doğru kıvrılır ve analemna ile bir parados oluşturur. Cavea yarım daireden biraz daha büyüktür. Tiyatro M.S. II. inci yy.da yenilenmiştir.
Akropolün güneyinde sadece kapısı ayakta kalmış olan binayı, şehir plânına göre değerlendirirsek Odeon olması büyük olasılıktır. Buradaki iki kaya arasındaki düzlüğe oturtulmuş duvarlarla desteklenmiş terasların kapladığı alana Agora yerleştirilmiştir.
Pinara’nın en büyük özelliği de kent yaşamı ile mezarların içiçe oluşudur. Burası Lykia mezar mimarisinin en güzel örneklerinin toplandığı kenttir. Lykia mimarisinde mezara bu kadar çok önem verilmesinin nedenini inançlarında aramak lazımdır.
Mitolojilerine göre, ölen insanın ruhu kuşa dönüşüp ve uçup gidermiş vücudu ise kalırmış. Bu inancı, ruhu ölümsüzleştiren kuş ise Phoeniks’dir. Bu kuşun rengarenk tüyleri, altın gibi parlayan kanatları ile hep güneşe doğru uçar, yaklaşınca güneş onu yakar, külleri de yere düşermiş, dökülen küllerden yeniden doğup tekrar güneşe doğru uçarmış. Böylece bu uçuş ölümsüzlüğe doğru sonsuza kadar devam edermiş. İnsanlara görünmeyen Phoeniks ,görünmek istediği zaman bir güvercin olurmuş. Çeşitli renkleri olan bu güvercinler ölen bir insanın ruhuna girer onun mezarına konup orada yaşarmış. Bazen de ölenin evinin damına konarmış. İşte Liykia mezarlarının evlere, saraylara ve kayalara oyulmuş kuş yuvalarına benzemesinde bu inancın büyük bir payı olmalı. Anıt mezarların içinde ölen kişinin eşyalarının konmasının nedeni güvercinin taşıdığı ölenin ruhu, yabancılık çekmesin ,eşyalarını kullansın diye imiş. Bu inanç Lykia, da en çok Pinara’da yaşamaktadır.
Bu bölgedeki ölü gömme törenlerinde cesedin büyük bir törenle yakılıp, küllerinin toplanarak oyuk şeklindeki mezara yerleştirilmesinin nedeni de kuşa dönüşen ruhunun güneşe uçup orada yanıp, küllerinden yeniden doğması ve sonsuza kadar yaşaması içindir.
Kentin üzerine yapıldığı kaya kitlesinin doğu tarafında, güvercin yuvası şeklinde yapılmış dikdörtgen oyuklardan yapılmış olanlar iki yatay gurup şeklinde düzenlenmiş olup, muhtemelen uzun merdivenler ve yukarıdan aşağıya sarkıtılan ipler yardımıyla defin işlemi yapılıyordu. Bu mezar grubu kentin en eski tarihli olanlarıdır. İki Akropolis tepesi arasında genellikle semerdam kapaklı lahitlerden oluşan mezarlar yer alır.Güney-doğu uçtaki bir mezar diğerlerinden çok daha görkemli ve olağanüstü büyük olup adeta bir merkez teşkil etmektedir. Diğer lahitler bunun çevresine dizilmişlerdir.
Tepenin diğer yamacından aşağıya doğru ev tipinde “Kral Mezarı” olarak adlandırılan bir grup yer almaktadır. Bu anıt-mezarın kapı lentosunda insanların ve atların olduğu kabartmalı bir friz vardır. Alınlıktaki kabartmalar iyice tahrip olduğu için ne olduğu anlaşılamamaktadır.Mezar odasının iç tarafında tek bir sedir vardır. Bu mezarda bir kitabe olmadığı için kime ait olduğu anlaşılamamıştır. Diğer bir ev tipi mezarın alınlığı gotik tarzda olup kemerin en üst noktasına bir çift öküz boynuzu yerleştirilmiştir.