Yunanlılar, ne kadarı gerçeklere dayandığı bilinmeyen uydurma efsanelerini “olimpiyat” adı altında dünyaya kabul ettirdiler. Türk dünyasının büyük ve görkemli efsanesi “ergenekon” ise, çete ve suç örgütlerinin ismi ile özdeşleşti.
Uluslararası bilgi ağını oluşturan internete girip “olimpiyat” yazdığınız zaman, sağlık ve mutluluk fışkıran spor ve kültür haberlerine ulaşıyorsunuz. Aynı yere “ergenekon” yazdığınız zaman, yüzlerce sayfa; çete, karakol, mafya, mahkeme haberlerini buluyorsunuz.
Aslında “olimpiyat efsanesinin” yunanlılara ait olduğu da hiç bir şekilde söylenemez. Tarihde yer alan “eski yunan” medeniyeti ve ırkı ile, şimdiki “yunan” nesli arasında hiç bir bağlantı yoktur. Eski yunan, Makedonya’ya dayanan ve ihtimalen Türklere daha yakın olan ve bir Türk kavminden kaynaklanan bir alt soy’dur.
Felsefi düşüncenin, tarih yazımının ve bir kısım uygarlığın, eski yunan’dan doğduğu ise, tam bir aldatmacadır. Heredot’tan, Sokrat’tan binlerce yıl önce Türk bilginleri yaşamış ve modern bilimin temelini atmışlardır. Avrupa, orta çağ karanlığını yaşarken, Türkler yerleşik toplum düzenine geçmişlerdir.
Olimpiyat oyunlarının ilk kez hangi tarihte başladığına dair bir kayıt bulunmamaktadır. Tarihçiler, bunun İsa’dan önce 776 yılında, Makedonya'daki Olimp Dağında yapıldığını ileri sürmektedirler. Baron Pierre de Coubertin adındaki bir Fransız soylusu 1892 yılında olimpiyatların düzenlenmesine öncü olmuştur. İlk kez 1920 Olimpiyatlarında kullanılan Olimpiyat Bayrağı’ndaki içiçe geçen beş daireden; mavi daire Avrupa'yı, sarısı Asya'yı, siyahı Afrika'yı, kırmızı Amerika'yı, yeşil de Avustralya'yı temsil etmektedir.
Maraton gibi belli bir mesafeyi koşma şeklindeki hayali ve çok da önemli olmayan bir olaya dayanan olimpiyat efsanesi yerine; demirden koca bir dağı eritmek şeklindeki, insan gücüne, aklına ve teknolojiye dayanan ergenekon efsanesi, uluslararası alanda sembol ve örnek alınmaya çok daha uygundur. Ancak, olayın kökünde; bir tarafda bunu yapabilen ve desteklenen bir toplum, diğer tarafda sahip olduğu değere sahip çıkamayan ve yozlaştırılmaya çalışılan bir millet yatmaktadır. Eğer bu yozlaştırılmaya alet olmasaydık, yapılan uluslararası yarışmanın adı “29.Ergenekon Oyunları” olabilecekti.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin yerel lisanla Beijing olarak adlandırılan başkenti Pekin’de Ağustos 2008 yılında yapılan 29.Olimpiyat Oyunlarında 28 spor dalında yapılan 302 karşılaşmanın altın madalyalarının ilk üç sahibi olarak Çin 51, Amerika 36, Rusya 23 birincilik almıştır.
Tarihi değerlerimize, efsanelerimize sahip olamadığımız gibi, doğa ve tabiat güzelliklerimize de sahip olamamaktayız. Bir düşününüz, olimpiyatlarda yapılan bu kadar çok sayıdaki spor dalından ve daha fazlasından hangisi Türkiye’de, doğal ortamında yapılamamaktadır. Bunların hepsi Türkiye’de, her hangi bir suni yapılanmaya ihtiyaç duyulmaksızın, doğal ortamında yapılabilmektedir. Yeryüzünün en kaliteli “kristal kar” yapısı Sarıkamış Bayrak Tepe’de, en güzel pisti Erzurum Palandöken’de bulunmaktadır. Bursa Uludağ’ da kayak yaparken, aynı gün bir kaç kilometre aşağıda Çınarcık’ta denize girebilirsiniz. Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan kıyılarımızın güzelliğini hiç bir yerde bulamazsınız. Sahillerinin birer akvaryum temizliğindeki koyları ve geceleri sayılamaz derecedeki yıldızlarının parlaklığı görenleri hayran bırakacaktır.
Ama bütün bunları değerlendirmek yerine; cayır cayır yanan, yakılan ormanlarını türlü çeşitli isimler altında betonlaşmaya açarsanız ve tarihin en büyük efsanesini çete isimleri ile özdeş hale getirirseniz, bunların hiç birini yapamazsınız. Yapılacak tek şey; bunları yapabilecek kişi ve kadroları göreve getirmek, ulusal değerlerimize sahip çıkmak olmalıdır.
Av.A. Erdem Akyüz
Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı
erdemak@gmail.com